Dr. Bülent URAN

Kişisel Web Sitesi

Üyelik Girişi
HOLİSTİK SAĞLIK

Aleksitimi nedir?

Aleksitimi tarihinin kökleri psikosomatik tıbbın gelişmesine ve tarihçesine bağlıdır. Geleneksel batı tıbbı büyük ölçüde eski Yunan tıbbı ve filozofik anlayışına bağlı kalarak gelişmiştir. Zihin ve beden arasındaki ilişkiler ve etkileşim Hipokrat, Zalmoksis, Pisagor, Plato ve Aristo tarafından tıpta vazgeçilmez bir temel olarak görülmüştür.(Rigatos ve Scarlos, 1987). Modern batı dünyasında zihin beden ilişkisi özellikle psikoanalitik çevrede her zaman ilgi odağı olagelmiştir (Wittkower, 1977; Bucci 1997; Gottlieb, 2003). Freud konversiyon histerilerinde zihin beden ilişkisini çatışma, çatışma çözme ve savunma mekanizmaları üzerinden açıklamıştır (Gottlieb, 2003). Ferenczi konversiyon modelini organ nörozlarına uygulamıştır. Onun teorisi daha sonra Deutsch ve Melanie Klein tarafından geliştirilmiştir (Wittkower, 1977). Psikoanalitik kurama göre psikosomatik semptomlar bilinçdışı çatışmaların anlamlı sembolleridir (Gottlieb, 2003).
Dunbar organik organ sorunları olanların kişilik profilini inceleyerek örneğin “ülser kişiliği” benzeri kişilik tarifleri yapmıştır (Wittkower, 1977). Somatik harabiyete neden olan fizyolojik fonksiyonlardaki kristalizasyonla kişilik dengesizliği yaratan psikolojik kristalizasyonlar arasında bir paralellik olduğunu ileri sürmüştür. Dunbar ve Alexander psikosomatik disfonksiyonlardaki sembolik önemi ret ederek, psikosomatik hastalıkların duyguların uygunsuz veya yetersiz ifadesi sonucu otonomik sinir sisteminde oluşan kronik gerilimlerle ilgili olduğunu ileri sürmüşlerdir (Wittkower, 1977). Özellikle Alexander psikosomatik araştırmalarda verbal iletişimin önemine dikkat çekerek insanın diğer insanlara içsel hisleri ancak sözel olarak aktarabildiğini belirtmiştir (Alexander, 1943). Duyguların kronik olarak bastırılmasının vejetatif nörozların önemli bir açıklaması olduğu fikrini savunmuştur.
Onun zamanında psikosomatik hastalık olduğu düşünülen klasik yedi hastalık tarif edilmişti. Bunlar ülseratif kolit, bronşial astım, esansiyel hipertansiyon, peptik duodenal ülser, rejyonel enterit, Hipertiroidi, romatoid artritti (Gottlieb, 2003). Alexander farklı psikosomatik hastalıklar için, o hastalıkları özel biçimde tarif edebilecek ve kişinin psikolojik işleyişi ile ilgili farklı psikodinamik çatışmaları tarif etmeye çalışmıştır (Nemiah, 1978).
Ruesch (1948) ise psikosomatik sıkıntıları olan değişik hastaları inceleyerek infantil (çocuksu) kişiliği tarif etmiştir. Bu kişiliğin başlıca özelliği sembolik kendini ifadenin zayıflığıdır. Olgun bir kişi kendindeki atmış gerginliği sözlerle, işaretlerle, ya da yaratıcı sembollerle ifade edebilirken, olgunlaşmamış kişiliğe sahip bireyler kronik gerginliklerini ifade edecek yollar bulamadıklarından gerginliğin kronikleşmesine ve hipertansiyon gibi psikosomatik hastalıkların ortaya çıkmasına yol açarlar.
Psikosomatik hastalıkların gelişiminde rol oynayan psikoanalitik görüşleri viseral beyinin işleyişine bağlayan bir kuram ileri sürülmüştür. Psikosomatik hastalığı olan bireylerin duygusal hislerini ifade etmekte zorluk çektiklerine dikkat çekilmiştir. Bu kurama göre duygusal hisler kendilerini ifade etmek ve boşaltmak için sözel ya da hareketlerle ifade edecek sembolik kullanımlar bulamadığı durumlarda organ diline transfer olmaktadırlar, yani kendilerini semptomlarla ifade etmektedirler.
Horney (1952) ve Kelman (1952) ayrı ayrı içsel süreçlerinin farkında olma yetersizliği gösteren hastalarla olan psikoterapötik maceralarından bahsetmişlerdir. Onlara göre bu kişiler içsel süreçlerinin farkında olmadıkları gibi tamamen dışsal olaylara odaklı bir şekilde yaşamaktaydılar. Kelman bu hastaların bazı ortak özellikleri olduğundan bahsetmiştir. Bu hastalar her seansta en son yaşamsal olaylarını kronolojik bir sırayla zikrederlerken kendi düşünce ve hislerinden ve bunların olaylarla olan ilişkilerinden tamamen uzaktılar. Hastaların özelliği monotonik ya da monokromatik olmaları ve kendi hayallerine karşı çok az ilgi göstermeleriydi. Yani yaşadıkları olayları sanki siyah beyaz bir film seyrediyor ve kendilerini de bu filmin kendileriyle ilgisiz bir kahramanıymış gibi naklediyorlardı. Bu hastaların büyük çoğunluğu psikosomatik semptomlardan muzdariplerdi. Harney ve Kelman bu somatik fenomene psikoanalitik görüş açısından yaklaşmışlar ve bu hastaların içsel deneyimlerinin kıtlığının ve dışa dönük tarzda yaşamalarının aslında duygularını uyuşturmak amacıyla geliştirdikleri bir savunma mekanizmasının nörotik belirtileri olduğunu düşünmüşlerdir. Horney bu durumun tüm içsel acı veren olaylara ve deneyimlere karşı korunma amacıyla yaratıldığını ve bunların farkında olmamanın bilinçaltında yaratılan illüzyonlara ve sahte numaralara karşı da bir korunma olduğunu söylemiştir (Horney, 1952).
1960’ların başında Mb uujj arty ve de M’Uzan, Parizien Okulun temsilcileri olarak “pensée operatoire” (operatif düşünce) terimini yaratmışlardır. Bu terimle ifade etmek istedikleri bir çok fiziksel rahatsızlığı olan hastalarda görülen bencil, çıkarcı, pragmatik düşünce tarzıdır (Lolas ve von Rad 1989; Marty ve Debray 1989). Daha sonra Marty ve Debray (1989) “vie opératoire” (operatif yaşam) terimini tercih ederek psikosomatik hastalarda gözlemlenen mekanik yaşam tarzını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu özelliklere sahip hastalar içsel hayattan ve hayal kurma becerisinden yoksundular. Paris Psikoanalitik cemiyetinden başka önemli bir figür olan McDougall bazı psikosomatik hastaların psikolojik acıyı, ıstırabı ya da depresyonu tamamen ret ederek insan üstü duygusal kontrolü oldukları izlenimini vermeye çalıştıklarını belirtmiştir (McDougall 1974) . bu durumu yazar şu şekilde ifade etmiştir. Bir kişinin kendi afektif durumlarını isimlendirmek, tanımak, ya da üzerinde çalışma beceriksizliği sıklıkla psikotik tarzda bir savunmanın belirtisidir. (McDougall 1982). McDougall bu kişiler için “normopat” terimini kullanarak “…bu hastalar psikolojik sorunları yoktur çünkü çocukluklarından itibaren dışsal dünyanın taleplerine uyumlanmış bir robot-benzeri durumu benimsemişlerdir.” demiştir.(McDougall 1986).
Nemiah ve Sifneos (1970) psikosomatik hastaların görüşme kayıtlarını analiz ederek bu bireylerin büyük çoğunluğunun 1) duygularının tam olarak farkında olmadıklarını ya da duygusal deneyimlerini kelimelere dökmedeki kapasite eksikliklerini, 2) içsel zihinsel dünyalarını yansıtacak olan materyal ya da fantazilerden tam olarak yoksun olduklarını, 3) çevrelerinde olan biten olayları kendi eylemleri de dahil olmak üzere tüm detaylarıyla anlattıklarını göstermişlerdir. Yazarlar bu hastaların düşüncelerinin içsel dürtülerden ziyade uyarılara bağlı olduğu sonucuna varmışlardır.