Dr. Bülent URAN

Kişisel Web Sitesi

Üyelik Girişi
HOLİSTİK SAĞLIK

Bölüm 11- Tehdit nedir

Tehdit nedir, ne değildir?

Yaradılış sırasında Tanrı bilinçaltına “senin görevin bu canlıyı korumak” demiş (bu bir metafordur, kabullenme değil). Bilinçaltı da “emrin olur Tanrım, sen bana tehlikelerin listesini ver, ben de ona göre elimden geleni yaparım” demiş. Tanrı; “olmaz” demiş. “Benim kurduğum sistem çeşitlilik ve farklılık üzerine. Sen insanoğlunu koruyacaksın. İnsan her an değişecek, neyin tehlike, neyin tehlike olmadığını ancak öğrenebilirsin. Sana güçlü bir öğrenme sistemi veriyorum. Bu sisteme göre tehlikeyi anlayacaksın ve kaydedeceksin ve sonra da öğrendiklerinle canlıyı koruyacaksın.”

 Bilinçaltı, doğduktan sonra bakmış, bir şey öğrenecek durumda değil. Hareket etme ve kendine göre öğrenme becerilerine sahip değil. Yemesi, içmesi, barınması başkalarının bakımına bağlı. “Sorun değil”demiş. “Nasılsa bu büyükler hayatta kaldıklarına göre, tehlikeli olanla tehlikeli olmayanı birbirinden ayırmışlar demektir. Onlara bakarak öğrenirim. Onların kaçındıklarından ben de bu canlıyı uzak tutmaya çalışırım. “

Mantık güzel. Gerçekten de hayatta kalmaya başlamış. Hayatta kaldıkça büyüklerin yaptıklarına, dediklerine daha da güvenir olmuş. Öyle ki kendi deneyimlerinin bile bir değeri kalmamış. Tehlikeli ile tehlikesizi tamamen büyüklerden (ve de toplumdan tabiki) öğrendiklerine göre ayırt etmeye başlamış. Tehlikenin olduğu yerde duyguyu üretmiş ve tehlikeden uzak durmaya çalışmış… Bilinci de canlının bu öğrendiklerine göre şekillenmiş. Bilinçaltından ayrı bir değerlendirme ve deneyim şansı kalmamış… Çünkü, bilinçaltı tehlikenin olduğu yerde duyguyu üretmiş ve üretilen duygu da aynı zamanda, güçlü bir his yarattığından ve en derin bilgi de, his varsa tehlike var olduğundan, bilinç neyi değerlendirsin. Ne gerek var sorgulamaya…

Şimdi diyelimki, kendimizi bildiğimiz andan itibaren, "insanların hakkımızdaki düşünceleri çok önemlidir, ve bizim hakkımızda kötü düşünmemeleri gerekir" diye öğrendik. Kötü düşünen insanlardan uzak durmamız lazım. O zaman bilinçaltının esas anlaması gereken şey, hangi insanın hakkında kötü düşündüğüdür.  Bunun belirtilerini bilmesi lazım. Bu da çabuk öğrenilir. Suratındaki eleştirel bakış, sesinin tonundaki ayıplama, duruşu, sertliği, sözlerinin içerdiklerinden, kötü düşünen ile düşünmeyeni kısa sürede ayırmaya başlar. O zaman, ne zaman yeni bir insanla beraber olsa (eskileriyle de aynı durum geçerlidir aslında), bilinçaltının odaklandığı şey onun hakkında ne düşündüğüdür.Yüzünden, sesinden, duruşundan bunu hızla anlaması gerekir. Bir şekilde bir şeyden şüphelenirse hemen duyguyu harekete geçirir. Tabi duyguyla beraber hisleri de… Kişinin esas fark ettiği hisleridir. Hissi farkettiği anda “eyvah tehlike var” uyarısını alır. Artık ona kalan tehlikenin yerini, şiddetini ve ne yapacağını belirlemektir. Yani bilinç, tehlike var’ı sorgulamaz. Bilinçaltından gelen uyarıyı kafadan doğru kabul eder ve sadece nedeni bulmaya çalışır.

Bilinçaltı sorgulamaz, öğrenir ve uygular. Çünkü sorgulama görevi bilince aittir. Bilinç sorgulamayıp bilinçaltından gelen tehlike bilgisini kabul ettiği zaman bilinçaltı için bir sorun yoktur.

Bu kısma neden bu kadar vurgulama yapıyorum. Bu ayrıntılar duygu sıkışmasının temelidir. Daha önce konuştuk. Duygu sıkışması hipnozun gerçek nedenidir. Duygunun sıkışması normal durumda pek mümkün değilken, tüm geçmişin hipnozunun nedeninin duygu sıkışması olması için bayağı bir tehditten tesadüfen kurtulmak lazım. Ama bu kadar tesadüf de pek olası değil. O halde başka bir şey olmalı.

Olan şu;

  1. Duygu dönmüyor.
  2. O halde canlı eyleme geçmiyor.
  3. Ama canlıya bir şey olmuyor.
  4. O zaman tehdit gerçek değil… Eveeet, doğru… Ama iş burada da bitmiyor.

Tehdit gerçek ya da değil. Neden canlı yinede eyleme geçmiyor?

a)Tehdit,  aynı zamanda koruyucu görevi üstlenmiş olandan kaynaklanır (anne, baba gibi). Canlı nereye kaçsın. Sokak daha tehlikeli; artı kaçacak gücü ve yeteneği henüz gelişmemiş. Savaşsa gücü yok. Diyelim ki gücü var, kendisini koruyan bir kişiyi neden yok etsin ki?

b)Bir şekilde anlamadığımız ama tahmin ettiğimiz bazı nedenlerden ötürü (bu nedenleri ileride konuşacağız) canlının başka bir sistemi aslında tehditin gerçek olmadığınuı biliyor ve eyleme geçmiyor.

c)Çoğu tehdit, gerçek tehdit olmadığından, bilinçaltına yerleşmiş olan duygularımı göstermemem gerekir inaçları koruyucu görev üstlenmiş oluyor. Yani duyguyu göstermek daha koruyucu işlev yaratıyor. (Öyle değil midir? Bağıran bir babaya karşılık verirsen daha fazla sopa yersin. Dayak yerken şiddetle ağlarsan, dayağın şiddeti artar. Korkan bir çocuktan büyükler hoşlaşmaz. Cesursan aferin alırsın vs…)

d)Tehlikeyi fark edip duygu üreten sistemlerle, eyleme karar verip eyleme geçirten sistemler birbirini etkilemiyor. Yani bilinçaltı tehditi fark ediyor (ya d tehdit olarak öğrendiği şeyi) ve duyguyu harekete geçiriyor. Başka bir sistem his üzerinden tehditi haber alıyor ve tehditin ne olduğuna bakmadan eyleme geçip geçilmeyeceğine, eyleme geçilecekse mevcut seçeneklerden hangisini seçileceğine karar veriyor (ancak tüm bunlar bilincin farkındalığının dışında cereyan ediyor).

e)Canlının küçüklüğü nedeniyle bazı duygular fark edilmiyor ve ifade edilmiyor (özellikle spiritüel bir varlık olmamıza karşı yapılan eylemlere karşı oluşan öfkeler, yani spiritüel öfke… Buna da daha sonra değineceğim)

Sonuç olarak duygu üretilmesi çok az bir olasılıkla eyleme dönüyor; çoğu duygu ifade edilmeden enerji bedeninin kanallarında sıkışıp kalıyor.

Şimdi burada, biz, bilinçli varlıkların temsilcisi olarak tehditi tarif edelim. Tarif edelim ki bir sonraki aşamada ne demeye çalıştığımı daha iyi anlayabilesiniz. (Çok zor anlaşılan bir durum da ondan dolayı, böyle bir iğneleme yapıyorum).

Gerçek tehdit bir canlının yaşamını zorlaştıran durumlara denir.

En temel ihtiyaçlarımız yemek, içmek ve barınmaktır. Tabiki bunları sağlamak için yapacağımız uğraşılar ve doğrudan yaşamımızı zora sokan durumları da dolaylı tehdit  olarak kabul edebiliriz. Örnek olarak doğal afetler, yiyecek ve suyun tükenmesi, barınacak bir durum olmaması, yaşamımızı zora sokacak maddi hasarlar. Bu durumlar karşısında ister istemez bedenimiz duygu üretir. Bunların dışında kalan her durum tehdit olup olmaması açısından tartışılır.

Çocuklar için tehdit daha geniş anlamlar içerir. Sana bakmakta olan kişilerin (anne baba gibi) yaşamından ayrılması ya da ayrılma ihtimali tehdit olarak kabul edilmelidir. Ya da senin bakılmaya değmeyecek bir varlık olarak algılanman da yine duygu üretecektir.

İşte burada yine önemli bir ayırıma geliyoruz. Çocukken kötü hissetmemizin doğal olduğu durumların, büyüdükten sonra çoğu zaman bir önemi kalmaz (kalmaması gerekir). Büyüdükten sonra anne babamızın ne sevgisine ne de bakımına ihtiyacımız vardır. Ama bilinçaltında bunlar hala varmış gibi işlem görür.

O halde geçmişin hipnozu demek çocukken tehdit olarak algılanan durumların (ve haliyle duygu üretmiş durumların) hala yaşamımızda bir tehditmiş gibi algılanması ve duygu üretmesi demektir.

Çocuklukta muhtemel tehditlerdir bunlar. Duygu üretmesi normaldir. Ama yukarıda da bahsettiğimiz yetersizliklerden ve nedenlerden dolayı bu duygular döngülerini tamamlayamazlar ve sıkışırlar. Bu sıkışan duygular benzer durumlarda enerji bedenimizde titreşir ve fiziksel bedenimizde bir his –olumsuz olarak algılanan bir his- yaratır. Bu hissin etkisi altınd kişi içinde bulunduğu durumu kritize etmekte zorlanır. En önemli his hipnozu devreye girer. Bir durum beni kötü hissetiriyorsa o durum  kötüdür ve bir şekilde halledilmelidir. 

Son düzeltme: 27.01.2017


Yorumlar - Yorum Yaz