Dr. Bülent URAN

Kişisel Web Sitesi

Üyelik Girişi
HOLİSTİK SAĞLIK

“HASTA YOK, HASTALIK VAR”

“HASTA YOK, HASTALIK VAR”

Tıp endüstrisinden hastalıklarımıza çare aramak neden bu kadar tehlikeli oldu?

Sebebi bir önceki yazıda belirttiğim rakamdaki 3 trilyon dolarda yatıyor. Tedaviye bir yılda harcana para bu. İlaçların satılması için TV’lerde ve dergilerde doğrudan tüketici için yapılan reklam tutarı tam 5 milyar dolar. “Neyse ki Türkiye’de reklam yasağı var” diyeceksiniz ama doktorların yazdıklarını sorgulamayan bir halk için için tüketiciye değil ilacı yazana ulaşmak daha önemli. ABD vatandaşı bize göre daha sorgulayıcı. O nedenle onların doktoru ilaç yazdığı zaman vatandaş kıvama gelmiş olmalı. İşte bu kıvama gelmeyi tüketiciye yapılan reklamlar sağlıyor. Reklamın birinde bulutlu bir havada birden güneş açıyor. Bu bir depresyon ilacının reklamı! Tabi sadece ilacın adı geçiyor reklamda… İlacın yapma ihtimali olan yüzlerce yan etkisi değil. İlaç ismi tüketicinin bilinçaltına sihirli bir mutluluk hapı olarak yerleşiyor ve doktorundan bu ilacı yazmasını bekliyor. Tabi doktorlar düzeyinde yapılan reklam harcaması kat kat fazla. Tam 16 milyar dolar…

Çoğumuz bu tehlikeli ilaçları almak için nasıl bir manipülasyon içine girdiğimizin, hipnozlandığımızın farkında değiliz.

İlaç endüstrisinin esas amacı insanları iyileştirmek değildir. Hastalıklar üzerinden maksimum kar elde etmektir. Çünkü hepsi kar amaçlı şirketlerdir. Hepsinin borsada tahvilleri vardır. Eğer karlarda düşme başlarsa o ilaç için yeni bir pazarlama yolu bulmaları gerekir. Bunun en kolay yolu yeni bir hastalık yaratmaktır. Hastalık yaratmanın yolu da basit bir semptomu (yorgunluk gibi) hastalık mertebesine yükseltmektir.

Bunun en basit örneğini vereyim. Sosyal kaygı bozukluğu… Bizim çocukluğumuzda utangaçlık olarak bilinen durum artık psikiyatrik bir hastalık ismi taşımakta ve teşhis listelerinde yerine almaktadır. Utangaçlığın ilacı olur mu? Olmaz. Ama sosyal fobinin olur. Çünkü artık o bir hastalıktır. Ve hemen bir kampanya düzenlenir. Basın konferansları, meşhurlarla yapılan tanıtım organizasyonları, doktorlara yönelik lüks otellerde açık büfe bedava toplantılar hatta yatmalı kongreler. Böyle bir çalışma ile sosyal kaygı bozukluğu ABD de psikolojik bozukluklarda 3. sıraya gelmiştir. Bu kampanyayı düzenleyen Smit-Klein firmasının ilacı Paxil ise satış artışında birinci sıraya gelmiştir.

Bu basit bir örnek. Basit beslenme önlemleri ile tedavi edilebilecek iki durum, kolesterol yüksekliği ve mide asit artışı için yazılan ilaçlar da ilk sıralarda yer almaktadır.

İlaç endüstrisinin bir başka kurbanı ise o ilaçları yazan hekimlerdir. İlaç firma temsilcileri (reprezant) hekimleri o ilacın etkinliğine ikna etmek için değişik teşvik yöntemleri kullanırlar. Firmanın desteğinde yayınlanan bilimsel dergilerdeki olumlu sonuçlanmış araştırma makalelerini sunarlar. Bu temsilciler tıp hakkında bir şey bilmezler ama satış teknikleri ve ikna konusunda uzmandırlar. Firmada yaşayabilmeleri için belli bir ilaçta kota doldurmak zorundadırlar. Yani belli bir süre içinde çalıştığı bölgedeki hekimlerin belli sayıda o ilaçtan reçetelerine yazmaları gereklidir. Bu nedenle onlar da hekimlere kota verirler. Örneğin, A ilacından bir ayda 1000 kutu yazan hekime son model bir cep telefonu gibi. Bu 5000 kutu olursa yurt dışı bir seyahatle ödüllendirilir. Hele kanser gibi ilaçları çok pahalı olan kalemlerde hediyeler çok daha farklı boyutlara ulaşabilir.

Yüz yüze görüşme dışında da birçok başka hekim tavlama yöntemleri vardır. Bunun en bilineni o ilaç firmasının sponsor olduğu saygın bir üniversitenin ya da derneğinin beş yıldızlı otelde düzenlediği toplantı ya da kongrelerdir. Hekimler buralara bedava katılırlar, gecelerler, açık büfe eşliğinde bilgilenirler. Sunumları yapanlar “ödenmiş” saygın profesörlerdir. Bu nedenle hekimlerin etkilenmeleri çok daha kolay olmaktadır. Yani doktorların çoğu iyi niyetlidir. Gerçekten hastalarına yararlı olmak istemektedirler ve bu nedenle de yeni bilgilere ve bunları kullanmaya isteklidirler. Bu istekle ilaç firmalarının avlanma taktiklerinin birleşmesi o ilacın satışında büyük bir patlamaya neden olur.

Bu durumda olan nedir? Siz daha hasta olarak doktorun poliklinik odasına girdiğiniz andan itibaren teşhis konacak ve bu teşhise göre ilaç verilecek bir nesne olursunuz. Ben 1972 de tıp fakültesine başladığım zaman öğrendiğim ilk cümlelerden biri “hastalık yok, hasta var” olmuştu. Bu cümlenin anlamı nedir? Karşınızda bir insan olduğunu unutmayın, her insanın sorunu bir diğerinden farklıdır. Onu bir kalıba sokmaktan uzak durun. Hâlbuki günümüzün tıp anlayışı ise tamamen tersi olmuştur. “Hasta yok, Hastalık var”.  Basit şikâyetinizden bile mutlaka birkaç kalem ilaç yazılacak bir teşhis icat edilecektir. Artık teknoloji gelişmiş durumda. Biraz kanınız alınır. Otomatik makineler yüzlerce maddeye kanınızda dakikada bakar. Ya da MR’lar bedeninizde mutlaka bir arıza bulurlar.

Geçenlerde bir arkadaşım sırt ağrısı nedeniyle Hekime gitmiş. Romatoloji uzmanına… Kan tahlilinde romatoid faktör diye bir madde yüksek çıkmış. Hemen romatoid artrit teşhisini koymuş ve kortizon da dahil olmak üzere en ağır ilaçları reçeteye dayamış. Bir de korku salmış. “Bunları kullanmazsan ilerde ellerin sakat kalır” diye… Nasıl bir romatoloji uzmanıysa artık… Romatoid artrit teşhisi öncelikle klinik olarak konur. Ve ağrılar küçük eklemlerden başlar. Yani el parmaklarından... Arkadaşımda asla böyle bir şikâyet yok. Romatoid faktör ise romatoid artrit dışında birçok başka durumlarda da yükselebilir. Bunların hiçbir araştırması yapılmamış. Yani en basit tıbbi, daha fakülte öğrencisinin bile bilmesi gereken yaklaşım tamamen göz ardı edilmiş.

Hemen teşhis, hemen ilaçlar…

Eskiden bir söz vardı. “Güneş girmeyen eve doktor girer” diye… Ben bunu biraz değiştiriyorum. “Doktor giren eve bir daha güneş girmez”… Sözüm işini hakkıyla yapan doktorlar için değil tabii ki… Onlara her zaman ihtiyacımız var. Ben de yılda bir iki kere onlara başvurmak zorunda kalıyorum ve tedavilerinden de yararlanıyorum…