Dr. Bülent URAN

Kişisel Web Sitesi

Üyelik Girişi
HOLİSTİK SAĞLIK

Bölüm 14 - Sorun

Durum… Yorum… Sorun…

Sorun neye denir? Biraz absürd bir soru gibi gelebilir. Bazı kelimeler o kadar hayatımızın içine girmişlerdir ki, açıklamak ya da tanımlamak ihtiyacı duymayız. “Sorun nedir?” dediğimiz zaman da içimizden  “Sorun mu neye denir? Sorun işte soruna denir.”  diyesimiz gelir.

Hemen tüm hayatımız sorun çözmekle geçer… Başarılması gereken binlerce iş vardır. Doğduğumuz andan itibaren… Çözülmesi gereken meseleler vardır hep etrafımızda. Daha kendimizi bildiğimiz andan itibaren annelerimizin, babalarımızın, etrafımızdaki insanların sorunları vardır, bir türlü bitmeyen…

Bir süre sonra çocuğun da sorunları ortaya çıkmaya başlar… Çocuğun kendisi bile sorun olabilir… Zaten de hemen her anne baba için, çocuk sorunlar manzumesidir… Yürümesi, konuşması, çiş yapmayı öğrenmesi, yemesi, içmesi, hastalığı, okuması, okul başarısı, ders çalışması, başka çocuklarla olan ilişkileri, kaygıları, ağlaması, anne ya da babayı daha çok sevmesi, kardeş istemesi, başkalarında gördüğü şeyleri istemesi, gelecekte bir bok olamama ihtimali, masrafları… Say, say bitmez… Her biri ayrı bir sorun…

Büyükler olarak da sorunlar bitmez… Ekonomik durum, uygun eş bulamamak, bulduğundan memnun olamamak, anlaşılamamak, istediğin işi yapamamak, istediklerini alamamak, hak ettiğin hayatı yaşayamamak, hastalıklar, ağrılar, kendini kötü hissetmeler, yetersizliklerin, anne babanın beceriksizlikleri, sana değer ya da sevgi vermemiş olmaları, siyaset, başka insanların dertleri, kendine zaman ayırmamak, başkalarının hayatını yaşamak, kilo verememek, spor yapamamak, sağlıklı beslenememek, yaşlanmak, yaşından fazla göstermek,  paranı istediğin gibi harcayamamak, arkadaşsızlık… Say, say bitmez…

Bu kadar sorunlarla iç içe yaşarken, sorunlarla etle tırnak kadar içi içeyken, bana şimdi sorun nedir diye mi soruyorsunuz?

Şimdi size acı gerçeği söyleyeceğim. Yukarıda saydığım örneklerin hepsi birer durumdur…

Parasızlık da bir durumdur, kocanın anlayışsızlığı da bir durumdur, çocuğunun başarısızlığı da bir durumdur, hatta kanser olmuş olmak bile bir durumdur… İyi durumdur, ya da kötü durumdur… Ama durumdur… Bir durumu iyi ya da kötü yapan bizim yarattığımız hayatla ilgili kabullenmelere göre değişir… Eğer hayatta mutlaka evlenmen ve çocuk sahibi olman gerektiğine inanıyorsan, bekar kalmış olmak bu beklentinin icabeti doğrultusunda kötü bir durumdur. Yani bu durumun kötülüğü tamamen kişinin seçimine bağlıdır. Hatta kanser olmuş olmak ve yaşamının tehdit altında olması bile yaşama bakışına göre iyi ya da kötü bir durumdur. “Ne olursa olsun hayatta kalmam gerekir” gibi bir kabullenmen varsa eğer, o zaman bu durum senin için kötü bir durum olur. Ama “öldükten sonra ışığa, birliğe, huzura, cennete gideceğim ve yaşamımda başıma ne gelecekse zaten o geliyor” kabullenmesi içindeysen, kanserini de tevekkülle karşılarsın.

O halde durumlar o anda yaşamımızda şahit olduğumuz, gözlemlediğimiz, deneyimlediğimiz olaylardan başka bir şey değildir. Tabi bir kişiye göre durumlar kötüyse düzeltmek ister. Durumlar sorun olunca, “sorunları düzeltmem gerekir” inancı doğrultusunda (evet bu bile bir inanç oluyor) durumları düzeltmek için çaba harcanmaya başlanır… Tüm hayatımız sorun kabul ettiğimiz durumları düzeltme uğraşısıyla geçer. Gücümüzün yetmediği yerde kendimizde eksiklikler bulup terapiden, kişisel gelişimden, faldan, secretten falan umut aramaya başlarız.

Çoğu kişi (bayağı çoğu kişi) sorun olarak gördüğü durumları düzeltecek bir güç, bir beceri, ya da kem talihi ortadan kaldıracak bir şey yaratma umuduyla terapiste gider.

Duygu koçu olarak ilk yapmanız gereken, kişinin bu hipnozunu ortadan kaldırmak olmalıdır. Hiçbir terapistin kişinin durumunu düzeltecek gücü yoktur. Ha “günümüz tıbbı mucizeler yaratıyor ve olmazları olduruyor, buna ne diyeceksin?” diyeceksiniz, biliyorum. Doğru. Birçok olumsuz durumu çözüyorlar. Tüp bebekler, kanser tedavileri, baypaslar hayatı uzatıyor ya da insanları mutlu ediyor… Ama dediğim gibi bunlar sadece olumsuz durumu düzeltiyor, sorunu değil…

Zaten bu durumların çoğunun da esas sorundan kaynaklandığını ilk kitabımda da anlatmaya çalıştım, değersizlik inancı kitabımda da… Bu kitapta da ayrıntılarıyla tekrar anlatmaya çalışacağım.

Terapist durum çözücü olabilir. Sihirbaz doktorlar en olmadık ameliyatları yapıp, hayat kurtarabilirler. Bunlar ayrı bir konu. Geçmişin hipnozuyla bunların kısmen alakası var, kısmen yok… Duygu koçu olarak bizim müdahale alanımızın tamamen dışındalar… Adı üzerinde duygu koçu demek, kişinin duygu durumunu, daha genelde enerji sistemini dengeye getirmek için yardımcı olmak demektir.

O nedenle sorunu duygu koçunun gözlüğüyle ya da sözlüğüyle yeniden tamamlayalım… Sorun dediğimiz şey, durumlar karşısında kötü hissetmemizdir. Durumu sorunmuş gibi algılatan durum da budur. Çoğu durum için biz kötü hissettiğimiz için o durum kötü ve sorun olarak algılanır…

Burada durumların içinde gerçekten çözülmediği takdirde kişinin yaşamını zora sokacak şeyler olabilir. Kanser gibi, cebinde ekmek alacak paranın olmaması gibi… Kafanı sokacak bir barınmanın olmaması gibi...

Ama bu durumlar karşısında kötü hissetmek bu durumların çözümüne bir katkıda bulunmaz. Kötü his ne demekti, hatırlayalım. O anda fiziksel ya da enerji bedenimizde bir şeylerin yolunda gitmediğini haber veren bir uyarı… Haberi yaratan kim? Bilinçaltı. Bilinçaltı ne? Geçmişte yaratılmış hipnozlara göre değerlendirme yapan, korumakla mükellef bir sistem.

Bilinçaltını ortalama 10 yaşındaki bir çocuk gibi düşünün. 10 yaşında bir çocuk hayat hakkında ne biliyorsa (onlar çok şey bildiklerini sanırlar, bize akıl bile öğretirler ya) bilinçaltı da o kadarını biliyor. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edecek bağımsız ve bilgiden yararlanan bir akıla sahip değil… Bir şeyi çocukken kötü bellediyse, farkındalık devreye girmediği sürece o şey kötüdür… Neden? Kötü hissettiriyor. Genellikle de hemen herkes o durum karşısında kötü hissediyor.

Hemen şurada bir saptama yapayım. İsterse herkes o durumun karşısında kötü hissetsin, yinede o durumun kötü olması gerekmez. Kötü nedir? Gerçek tehdit yaratan durumlar. Yukarıda konuştuk tehditten… Ama hisler o kadar güçlü hipnoz yaratıyor ki, bir durum karşısında kötü, daha doğrusu kötü olarak algıladığımız bir his hissedersek, farkındalığımız devre dışı kalıyor ve bize o durum kötüymüş gibi geliyor… Halbuki, hemen çoğu durum ne iyidir, ne de kötü. Sadece öylesine bir durumdur. Örneğin eşin anlayış göstermemesi ne iyidir, ne de kötü; sadece bir durumdur. Bir durum hakkındaki yorumumuzdur.

Evet işte durumu sorun haline getiren yorumdur. Durum yorumlanmasa durum olarak kalmaya devam eder.

İki türlü yorum vardır.

Bilinçli olarak yarattığımız yorumlar. Yani kritik faktörün denetiminde olan yorumlar. Diğeri ise bilinçli farkındalığımızın dışında, bilinçaltı tarafından o durumun yorumlanmasıdır ki buna basitçe algı diyoruz. Bir şekilde bilinçaltı her olayı kategorize eder. Tehlike içerenler ve içermeyenler. Artık hangi kanallardan ne öğrendiyse… Daha sonra da benzer bir olayla karşılaştığında o olaya ait his harekete geçer. Yani duygu titreşir ve hissederiz. Kötü hissederiz. Kötü olarak algıladığımız bir his hissederiz. O zaman o anda içinde yaşadığımız olay bizim için artık kötü olarak algılanır ve öyle kabul edilir.

İşte esas sorun burada başlar. Aslında tehdit içermeyen bir durum karşısında kötü hissederek, o duruma kötü damgası yapıştırıp daha sonra da o olaydan kurtulacak şekilde bilinçli ya da otomatik eylemler seçmemiz yaşamımızı sıkıntıya sokmaya başlar.

O halde duygu koçuna düşen görev kişilerin durumlar karşısında kötü hissetmesini ortadan kaldırmasına yardımcı olmaktır. Durumlar karşısında kötü hissetmemeye başlayan kişi daha önce sorun olarak gördüğü birçok duruma müdahale etmekten vaz geçecek ve o durumlar karşısında rahat hissetmeye başlayacaktır. Ha, şayet düzeltilecek bir durum varsa, rahat hissederek, o durumu düzeltecek bilinçli stratejileri oluşturacaktır.

Sonraki konu: Sorunu tanımlamak 

 Son düzeltme 12.01.2017


Yorumlar - Yorum Yaz