Dr. Bülent URAN

Kişisel Web Sitesi

Üyelik Girişi
HOLİSTİK SAĞLIK

Bölüm 25 - Sosyolojik

Hastalıkların nedeni; Psikolojik mi, Sosyolojik mi?

Geçmişin hipnozunu bozmak kitabımı yazmamın esas nedeni, kronik hastalıkların iyileşmesi konusunda gerçek bir çözüm bulmuş olduğuma inanmamdı. O nedenle de kitabımın alt başlığına gerçek iyileşmeye açılan bir kapı diye yazmıştım. 1978 de tıp fakültesinden mezun olurken, bir şekilde psikosomatik kavramına aşinaydım. Kişinin ruhsal durumunu bazı hastalıkların oluşumunda etkili olduğu söylenmişti. Buna en tipik örneklerden biri düodenum ülseriydi. Buna benze bazı başka hastalıklar da vardı. Ama ilginç olan şuydu. Ülser yine ülser olarak tedavi ediliyordu. Ülseri iyileştirmek için biz doktor adaylarına, hastaların ruhsal durumunu nasıl değiştireceğimiz ile ilgili bir şey öğretilmemişti. Bazı sakinleştirici ilaçların isimleri dışında tabi... Bu nedenle de doktor olduktan sonra en çok yazdığım ilaçlardan biri diazem olmuştur. Çünkü başka ruhsal durum düzeltici bir çare bilmiyordum. Gelene diazem, gidene diazem.

Kadın doğum uzmanlığı yaparken de özellikle menopoz hastalarına antidepressan ilaç yazmayı kendimde tıbbi bir aydınlanma olarak görüyordum. Çok sıkıntılı hastaları psikiyatri kliniğine göndermekten başka bir şey de bilmiyordum. Kronik bir hastalığın iyileşmez olduğunu öğrenmiştik bir kere. İnsan bedeni böyle bir şeydi. Bir kez makinanın işleyişinde bir arıza çıktı mı artık onu kolay kolay geri dönüştüremezdiniz. Modern tıbba düşen bu hastalıklara rağmen hastaların ömrünü uzatmak, hastalıklardan oluşacak yan etkileri düzeltmek ve yaşam kalitesini mümkün olduğunca korumasına yardımcı olmaktı. Tüm bu hedeflerde elimizde tek tip silah vardı. İlaçlar. İlaç kullanmamak gibi bir seçeneğimiz yoktu (hala da öyle ya). Sadece en yeni ilaçları keşfetmek, en güzel ilaç birlikteliklerini sağlamak iyi doktorluk oluyordu. Hastasına en yararlı olacak ilacı keşfedip verebilen iyi doktor oluyordu. Hastalara ekstradan söylediğimiz cümle en fazla “stres yapma” oluyordu. Bir sonraki gelişinde hasta hala bir takım sıkıntılarından bahsedecek olsa hastaya “sana stres yapmayacaksın demedim mi!” diye bir de fırça kayıyorduk. Hasta dediğin nasıl stres yapılmayacağını bilir. İnsanoğlu isterse stres yapmaz.

Sonra, hipnozu, regresyonu ve bilinçaltını tanıdıkça, stresin öyle kişinin keyfine göre yapılan veya yapılmayan bir şey olmadığını anladım. Kontrol bilinçaltındaydı. Stres yapmak istemeyen bunu bilinçaltına bildirmek zorundaydı. Zaten stres dediğimiz şeyin de bedende birikmiş duyguların yarattığı baskı hissinden başka bir şey olmadığını geç de olsa anlamış oldum.

Bu arada şunu bir ekleme olarak söyleyeyim. Ben 1972 Ankara Fen Lisesi mezunuyum. Bu lise o zamanlar Türkiye’nin tek fen lisesiydi ve tüm Türkiye’den 2 kademeli sınavla her yıl 96 kişi okula alınırdı. Ben 8. Olarak kazandığım, 5. Olarak mezun olduğum, matematik takımına seçilerek  Türkiye takım şampiyonluğu kazandığım, tam bir fizik ve matematik bağımlısı bir yapım olarak biyolojiyi bile biraz pozitif bilim dışı olarak gördüğümü de belirtecek olursam, değil psikolojiyi falan, liseden mezun olduğum dönemde tıbbı bile aşağılayan bir durumdaydım. Ama hayatımın en büyük salaklığını yapıp tıbba girdim (hala da öyle düşünüyorum). Tıp doktoru olduktan sonra da tüm hastalıkların mekanizmasının bedendeki fiziksel işleyişteki bozukluklardan kaynaklandığı görüşüne sıkı sıkı bağlıydım. Bu nedenle de fizyopatoloji ihtisası yapmak istedim vs.. Demek istediğim bırak 1978’leri, 2000’ler de bile bana hastalıkların nedeninin psikolojik olduğunu söyleseniz size en basitinden bir “ha….r” çekerdim.

O nedenle de hipnozla ilgilenmeye başladıktan sonra, hep beyinde bunun mekanizmasını araştırdım. Mutlaka bir fizyolojik karşılığı olmalıydı. Hipnoz ve Beyin kitabını yazarak bu merakımı tatmin etmeye çalıştım. Sonra da artık günümüz fiziği içinde bunun açıklanamayacağını kabul edip bu uğraşıma son verdim. Regresyon çalışmalarımın ilk yıllarında vatandaş basitçe anlasın diye tüm hastalıkların nedeninin psikolojik olduğunu söylerdim. Sonuçta psikoloji ne demekti? İnsan zihnini ve davranışını inceleyen bilime verilen ad. Psikoloji biliminin insanda incelediği tek bir karşılık ya da organ, ya da bir organın bölümü yoktu. Bedendeki değişik işleyişlerin insanın zihinsel ve davranışsal süreçlere yansımasını inceliyordu. Yani bilinç ve bilinçaltı da psikolojinin inceleme alanındaydı. O zaman hastalıkların nedeninin psikolojik olduğunu söylemek demek, hastalıkların nedeninin zihinsel ve davranışsal olduğunu söylemek demekti. Ama bu son derece soyut bir açıklamaydı. Benim gibi bağımlısı birini tatmin edemezdi. Bunun bir yerlere oturtulması gerekiyordu. İşte zaten biraz da bu eğilimim nedeniyle bu kitabın birçok bölümünde konuştuğum her kelimeyi somutlaştırma çabası içindeyim.

Bir hastalığın nedeniyle o nedenin bedende nasıl hastalık yaptığı ayrı bir şeydir. Örneğin mikropları ele alalım. Rahatlıkla birçok hastalık için, örneğin grip için hastalığın nedeni mikroptur deriz. Bu mikrobun bedene girdikten sonra, hastalığa nasıl neden olduğu apayrı bir konudur. Orası sıradan vatandaşı ilgilendirmez. Onun bileceği mikroplardan uzak duracak tedbirleri almaktır.

Ya da bir yemekten dolayı gastroenterit olmuşsak, bunun nedeni yemeğin bozuk ya da zehirli olmasıdır. Yani esas neden yine bedenin dışında bir şeydir. Ya da röntgen ışını kanser yapmışsa, kanserin nedeni zararlı şuadır deriz. Ama birçok hastalık için gerçek neden bulunmaz. Örneğim romatizmanın nedeni bedende immün kompleks oluşması değildir. O hastalığın oluş mekanizmasıdır. Nedenleri arasında ancak dıştan gelen bir takım etkenlerin bedenin savunma mekanizmasını bozduğu yazar (www.webmed.com). Yani sonuç olarak demek istediğim şu. Bir hastalığın nedeni olarak bedenin dışında bir takım etkenler ararız. (Örneğin eski Çin tıbbında hastalıkların akut nedenleri rüzgâr, nem, ısı, soğuk, kuruluk olarak beş iklim koşuludur. Başka bir etken tanınmaz. Tüm tedaviler bu etkenleri enerji kanallarından uzaklaştıracak şekilde organize edilir).

O zaman bu anlayışı temel aldığımızda, hastalıkların nedeni psikolojik demek yanlış olmaktadır. Çünkü psikoloji bilimi insanların zihinsel ve davranışsal süreçlerini inceler. Bu davranışlara ya da zihinsel değişimlere hangi etkenlerin etken olabileceğini de açıklamaya çalışır. Kişini yaşam standartları, ilişkileri, çocukluğunda yaşadıkları falan filan diye birçok şey sayar. İşte bütün bu saydıkları insan psikolojisini bozan şeylerdir. Psikolojinin kendisi değildir. Bu kitabın da birçok bölümünde belirttiğim gibi X olayı ayrı bir şeydir. X olayına bedenimizin verdiği tepki ayrı bir şeydir. Yani X olayı mikrop, bedenimizin bu mikroba savunma üretmesi (burada duygu oluyor) ayrı bir şeydir. X olayına bedenimizin gösterdiği tepki psikolojinin konusudur. Ama X olayının kendisi psikolojinin kendisi değildir. (Yanlış olarak bazı olaylara psikolojik etkenler denmektedir. Yani bedendeki psikoloji denen ne menem şey olduğu bilinmeyen bir şeyi bozma gücü olan etkenler gibi bir anlam çıkmaktadır ama böyle bir etken bu güne kadar gösterilmemiştir).

Regresyon yaparken ilk yıllarda bilinçaltına şöyle derdim.

“Şimdi bu duyguya neden olan bir olaya gidiyorsun.” İfade olarak doğru oluyor. Bir olay bu duyguyu tetikledi. O zaman esas nedeni olaylar olarak ifade edeceğiz. Ama bu olaya A kişisi başka tepki vermiş, B kişisi başka bir tepki vermiş. Olabilir. Sonuçta grip mikrobu da bulaştığı herkesi grip yapmıyor.

Duyguları titreştiren olaylara baktığımız zaman  (örneklerini bol bol ilerleyen bölümlerde vereceğim) hemen hepsinde insan faktörü söz konusudur. Tek başına insan olmadan bir olayın duygu üretmesi ya da sıkıştırması söz konusu değildir. Yani bir masa, hatta bir rüzgâr, hatta bir deprem bile tek başına duygu sıkışmasına neden olmaz. (Duygu üretebilir, bu ayrı konu, ama duygu sıkıştırmaz). Tüm regresyon olaylarında en az bir kişi davranışıyla bu duygunun titreşmesinden sorumludur. Kişi o anda yalnızsa eğer, orada olması gereken kişinin olmayışı da yine o kişiyi sorumlu etken yapar. Yani X faktörleri özünde insan kaynaklıdır. İnsanların grup içindeki etkileşimlerini inceleyen bilime sosyoloji denir. Sosyal demek toplumsal demektir. Toplum demek birden fazla insanın bir arada olması demektir. O halde özet olarak şunu demek istiyorum.

Bu kitabın iddiası olan bedendeki duygu sıkışıklıkları kronik hastalıkları yaratan bedensel mekanizmalar olurken duygu sıkışmasına neden olan X olayları sosyolojik oluyor. İşte o nedenle yaklaşık son 3-4 senedir ben konuları anlatırken hastalıkların nedeni sosyolojiktir diyorum.

Tüm iyileşmeyen kronik hastalıkların nedeni sosyolojiktir, nokta. 


Yorumlar - Yorum Yaz